CEM POLATOĞLU
İspanyolca, İtalyanca, İngilizce ve Almanca. Tam 4 dilden kokartlı profesyonel bir rehber. 7 dil konuşuyor. 1978’den beri sektörün çok iyi tanıdığı bir isim, turizmin medyatik yüzlerinden. 2013’te Türkiye’nin en çok ülke gören altıncı gezgini olarak Türkiye Gezginler Kulübü tarafından ödüllendirildi. Gün itibarıyla 176 ülke gezmiş biri olarak Türkiye’nin en çok gezen üçüncü kişisi. Ama onu seyyah olduğu kadar duayen kılan özellikleri bunlarla sınırlı değil. Zekası, merakı, tez canlılığı, samimiyeti, açık sözlülüğü, haksızlığa karşı duruşu, adalet duygusu, gerçekleri kaleme almakta direnen ucu daima sivri kalemi Cem Polatoğlu’nu ülkenin turizm belleğinde hiç şüphesiz özel bir konuma getirdi. Kendini “Türk Turizm sistemini yurtdışına uyarlayan adam” olarak nitelendiriyor. Sektör onu yazdığı yazı nedeniyle acentesi kapatılan ilk kişi olarak da tanıyor. Yazılarında sektörün yaşadığı çıkmazları, sorunları çözüm önerileriyle, kendine has bir üslupla anlatmayı sürdürüyor.
Sultanahmet sokak rehberliğiyle başlayan bir hikaye bu. Bir anlamda bir direniş öyküsü de denebilir pekala. Çünkü o da ‘her şeye rağmen’ mağlup olmayanlardan, omuzu düşmeyenlerden.
Her şey meraktan
Ankara’da, büyüdüğü yerde yabancılarla, yabancı çocuklarla muhatap oluyor Cem Polatoğlu. Bu, iyi bir başlangıç oluyor yaşamının seyri adına. Ancak yine de bildiği tüm dilleri yerinde, kendi ülkelerinde öğreniyor. Çünkü geziyor. Çünkü insan seviyor. Çünkü merak ediyor. Sosyal yönü de güçlü olduğu için gittiği her yerde pek çok kişiyle rahatlıkla iletişim kurabiliyor.
“Meraklıysanız geziyorsunuz, tadıyorsunuz, konuşuyorsunuz, konaklıyorsunuz, o kültüre göre eğleniyorsunuz, yaşıyorsunuz, ahbaplıklar kuruyorsunuz. Gezmenin de en ucuz, ekonomik ve en hızlı yolu da rehberliktir. Hem kendi memleketimi tanıtmak hem de para kazanmak amacıyla yurtdışından gelenlere incoming rehberliği de yaptım. Ama ağırlıklı olarak kendimi yurt dışı rehberliğe verdim. Halen de gezmeye devam ediyorum. Hem geziyorum, hem eğleniyorum, hem para kazanıyorum, hem yeni kültürler tanıyorum. Mükemmel bir iş!” diyen Polatoğlu, aslında Gemi Mühendisi. Ama ablasının arzusu ile okuduğu bu dalı meslek olarak almamış yaşamına. Rehberlik ise mesleği değil de adeta yaşam tarzı. Belki de işini bu denli iyi yapmasının nedenlerinden biri budur. Kendisine göre ise açıklaması;
“Tanıdığınız, bildiğiniz, öğrendiklerinizi, kültürünüzü, tarihinizi bir başkasına satıyorsunuz. Veya onların da bu kültürü tanımasını, sevmesini belki de edinmesini hatta bu kültürle barışık olmasını sağlıyorsunuz. Kısaca, yaşadıklarınızı, zevk aldıklarınızı karşınızdakine yani müşterinize tanıtabiliyor, yaşatabiliyorsanız mesleğinizi iyi yaptığınız anlamına geliyor.”
Karmaşık duygular
Cem Polatoğlu sürekli geziyor. Böyle yaşıyor. Yılda 52 haftanın 30-40 haftasını yurt dışının farklı bölgelerinde geçirdiği dönemler olmuş. Bu da on binlerce insana hizmet anlamına geliyor. Anılar, birikimler, özlemler ve elbette hüzün. Çünkü…
“15 seneye yakın yurtdışında yaşadım. Hala da yurtdışında yaşıyor sayılırım. Çünkü kendi şirketim olmasına rağmen senenin yarısı müşterilerimle birlikte seyahat etmek veya fuarlar nedeniyle yurtdışında geçiyorum. Ve hatta görmediğim yeni yerleri keşfetmek için de yurtdışına çıkabiliyorum.
Yurtdışında gördüğüm güzelliklerin, kuralların, adaletin, özgürlüğün, saygının ve özellikle halkın, gençlerin, öğrencilerin demokratik taleplerinin karşılanmasını, aynı özgür iradenin bizim memleketimizde de olmasını arzu ediyorsunuz.. Ancak bunların olmaması için bir sebep yok iken gerçekleşmediğini görünce üzülüyorsunuz. Çünkü sizin tek başınıza kolaylıkla değiştirebileceğiniz bir şey yok. Bunu bilip de değiştirememek beni çok sıkıyor, boğuyor. Bir başka dezavantajı, çok insanla tanıştığınız için insanları çok çabuk tanıyorsunuz. Yani iyi niyetli insanları, kötü niyetli insanları, kalbi kötü insanları artık yüzünden, konuşmasından, ses tonundan, vücut hareketlerinden anlıyorsunuz. Bu benim için iş hayatında bir avantaj gibi görünmesine rağmen bazen hoşlanmadığınız kişilerle de bir şekilde ilişkiyi devam ettirmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü o kişiden ya para kazanıyorsunuzdur, ya beraber çalışıyorsunuzdur, ya da beraber iş yapıyorsunuz. Ve bu bağlamda direkt bir şey olmadan o bazı insanlara hayatımdan çık git yapamıyorsunuz. Bu da hayata karşı naif duruşumu, doğallığımı engelliyor.”
1998’de değişen döngü
Gayet mutlu ve her şeyin yolunda gittiği bir zamanda savaş çıkıyor. Yıl 1998. Irak Savaşı. Ve ortada turist kalmayınca rehberlik mesleği bir duraklama dönemine giriyor. Belli bir yaşa gelen ve hayat gailesi içinde olan herkes gibi Cem Polatoğlu da başlıyor alternatifleri düşünmeye. Tercihini yine turizmle ilgili bir seçenekten yana yapıyor ve onca yıl rehber olarak emek verdiği turizm firmalarına hem acente olarak karşılıklı partner hem de onlara ajans olarak promosyon ürün yapıp, gazete ilanları çıkarak katkıda bulunmayı seçiyor. (pronto cemajans) Devamını şöyle ifade ediyor:
“Bir paylaşımda bulunmak istedim. Gazete ilanı bazında, bütün outgoing ve ingoing yapan firmaların ilanlarını çıkmaya başladım. Gazetelerde bir tekel de oluşturdum o dönemde. Çok enteresandı. Böyle bir ilan kültürü de geliştirdiğimi düşünüyorum. Ama durumu tehlikeli gören bazı gazeteler bu tekeli yıktılar. Maalesef reklam ajansını bu nedenle çok uzun süre devam ettiremedim.”
Ve tabii meşhur Pronto Turizm’in kuruluşu ve bir kızgınlıkla yakalanan başarı…
“Bu ajansın yanı sıra Pronto Turizm’i de kurmuştum. İtalya’da yaşarken Türkiye’de İtalya’ya turist götüren firmaların İtalya’da ki yer hizmetlerini veriyordum. Bu şirketlerden en büyüğü hem İtalya’dan turist getiriyor, hem buradan yurtdışına turist götürüyordu. Ancak bu firma zaman içerisinde ödeme güçlüğüne girdi. Bu şirketten paramı tahsil edebilmek amacıyla Türkiye’de ProntoTour ismini koyduğum bir acenta açtım. Hatta logomu da tıpatıp ona benzettim. O şirketin turlarını sattım ki paramı tahsil edebileyim. İşte bu nedenle ProntoTour kuruldu. Fakat şirket paramı ödemeyince tepem attı ve Prontotour adı ile direkt olarak İtalya turları yapmaya başladım. Ve kısa zamanda şirketimi Türkiye’de İtalya turlarında bir numara haline getirdim. Bu paramı tahsil edemememden dolayı kızgınlıkla yaptığım bir işti. Nelere vesile oldu.”
1992.
Cem Polatoğlu 15 sene Amerika, Avusturya ve İtalya’da Thomas Cook, TUI, Neckermann gibi büyük tur operatörlerinde çalışıp iyi pozisyonlara da geldikten sonra 1992’de Türkiye’ye dönüyor.
Tam bir turizm girişimcisi olarak çok sayıda şirket kuruyor. Pronto Design, Pronto Cem Ajans, Primo Bebe gibi. Pronto Emlak adı altında emlak alım-satımı dahi yapıyor.
TÜRSAB’a kürtaj karışırsa
Cem Polatoğlu ismi anıldığında akla hemen TÜRSAB’la yaşadıkları da geliyor. Kendisi o süreci şöyle anlatıyor:
“Aslında ben muhalif falan değilim. Asla başkan olmak gibi bir niyetim yok, buna vaktim de. 15 sene dünyanın en büyük tur operatöründe çalışmışım, en iyi noktalara kadar gelmişim. Orada gördüklerimin, yani Dünyada turizme dair yapılan şeylerin burada da yapılmasını istiyorum. Hepsi bu. Almanya ve Avusturya’da çalışırken TUi’nin “Frankfurter Tabella”sı tüketiciyi koruyan en güzel çizelgeydi. Bu nedenle TÜRSAB’da Talha Çamaş döneminde (1998) Frankfurter Tabellayı tercüme edip, Türk tüketicisinin hizmetine sunan kadrodaydım. Yine aynı şekilde Versiherung Shine’ı örnek alıp tur satışlarında Zorunlu Sigorta sistemini getiren kadrodaydım. Ancak sıraya koyduğumuz daha sonra yapılması gereken adımlar TÜRSAB’da başkan değiştikten sonra takip edilmedi. Bunların yapılması için defalarca yazılar yazdım, konferanslarda dile getirdim. Bunlar da adımı muhalife çıkartan girişimlerim sayıldı. Oysa istediğim sadece, Dünya’da tüketici ve acentalar için var olan avantajların, olanakların ve sistemlerin Türkiye’de de gerçekleşmesiydi. Ancak bu söylemlerimin ceremesini süreç içerisinde denetimler, nedensiz mali kontroller ve nihayet belgemin savunmasız alınmasına kadar ulaşabildiğini yaşadım”
Dönemin çok konuşulan olayını şöyle anlatıyor Polatoğlu.
“Dönem, Hükümetin Kürtajı yasaklaması tartışmalarının yoğun olduğu bir dönemdi. Ben de Kürtaj yasaklanırsa aynen daha önce yasaklanan Kumarhaneler gibi olay merdiven altına iner dedim. Bu durum ise kumarhanelerde para kaybına ama kürtaj can kayıplarına yol açar. Hatta yurtdışına yapılan Kumar turları gibi Kürtaj turları da yapılır dedim. Örnek de verdim; Dünyada Turistler dahil sosyal ve sağlık hizmetleri ücretsiz olan birçok ülke var. Bunlardan biri de Kırım. 3 gecelik Kırım turları ise sadece 299 euro. Bu durumda Kürtaj yaptırmak isteyen kadın bu turlardan birine katılarak kendi problemini çözebilir. 6 senesi Cumhuriyet gazetesinde geçmiş 17 senelik bir yazar olarak başlığı da patlattım. “Kürtaj Dahil 299 Euro’ya turlar”
Yazımda, ne şirketlerim BARACUDA ve ANDiAMO’nun adı geçiyor, ne de bu şirketler böyle bir tur yapıyor. Zaten fiziki olarak böyle bir tur yapmak da imkansız. Velev ki 40 tane aynı anda kürtaj olacak kadını buldunuz ve tur yaptınız. Bu suç da değil. Türkiye’de yasak olan Kumar ve Fuhuş. Bu durumda yasaklanacaksa başta Kıbrıs olmak üzere Bulgaristan, Romanya v.s. turları veya Sochi, Yalta, Pattaya v.s. turları yasak olabilir.
Kısaca Şirketim Baracuda ile alakası olmayan bu yazıyı bloğumda yazmam konuyu ulusal basına da taşıdı. Zaten gündemde olan konu televizyonlara da yansıdı. Bunu fırsat bilen TÜRSAB Başkanı kendisinin de övünerek söylediği gibi 3 saat içinde savunma dahi almadan Baracudatour’un belgesini iptal etti.
Halen karşı davamız devam etmektedir. Ben bu davayı kaybetmeyi arzu ediyorum. Çünkü Türkiye’de hukuk yolları kapanmadan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuramıyorsunuz. Şirketin AiHM’de savunması ise çoktan hazır. Sanırım bu konuda bazılarının başı oldukça ağrıyacak. Bunu benim değil, belgemi iptal edip beni ve onlarca çalışanımı mağdur edip, Türkiye’nin en bilinir 10 şirketi arasına girebilmek için yapılan ve milyonlarca lirayı bulan masrafların heba olmasına yol açan kişilerin düşünmesi gerekiyor”
Muhalife çıkmış adım
Cem Polatoğlu düşünen ve düşüncelerini seslendiren bir adam. Fayda sağlamak amacıyla sunduğu fikir ve önerilerin TÜRSAB yönetimleri tarafından kaale alınmadığının da altını çiziyor.; 1998’de Başaran Ulusoy’a karşı aday olduğunda 25 öneriden oluşan bir paket hazırlıyor. Polatoğlu aradan geçen 17 yıla rağmen ve bunların ancak 2 tanesinin hayata geçirildiğini söylüyor. 23’ü ise hala duruyor. Ünlü rehber, bu pakete 15-20 tane daha öneri eklendiğini belirtiyor.
“Örneğin; Orlando’da Epcot Center diye bir park var. Burası 100 küsur ülkenin standının olduğu büyük bir yer. Her gün gezgin ve zengin 60-70 bin kişinin dolaştığı bu parkta ülkenize ait standda kültürünüzü, ürünlerinizi, müziğinizi, yemeğinizi tanıtırsınız. Ben senelerdir bu konuda yazılar yazıyorum, çiziyorum, yırtınıyorum ki oradan bir stant alalım diye. Maalesef gerçekleştirilemeyen önerilerimden biri de bu. Ama bu yapılmıyor. Yazınca da Cem muhalefet diyorlar.”
Bunca sıkıntı yaşamış biri olarak acaba TÜRSAB Başkanı olup inandıklarını hayata geçirmek ister miydi sorusu kendini gösteriyor.
“Artık işim olmaz. Ben geziyorum, tozuyorum, eğleniyorum. Para kazanıyorum. Dünyayı görüyorum. 170 küsür ülke görmüşüm ve tadıyla görmüşüm. Belki başkanlar, siyasiler de dünyayı geziyor ama davetli olarak ne gösterirlerse onu görüyor. Ben sokaklarını dolaşıyorum, sokağında yiyorum, istediğim yere istediğim zamanda gidiyorum. Sırt çantamı alıp gidiyorum. Vietnam’ından Namibia’sına, Urumçi’den Patagonya’ya kadar sırt çantamla dolaşabiliyorum”
Markalaşma en büyük sorunumuz
Son yıllarda turizm gündeminde sonu gelmeyen “markalaşma” tartışmasında da söyleyecek çok sözü var Cem Polatoğlu’nun ve elbette eleştirileri.
“Berlin, Londra, Madrid gibi büyük turizm fuarlarında görüyoruz. Türkiye hepsine katılıyor. Ama tek standda. Davullar, zurnalar, halaylar. 3-5 turist geliyor. Evet, kötü mü? Değil tabii. Ama her bir bölgeye ayrı bütçe ayırmalı. Her bir bölge ayrı marka olmalı.
Biz ise ülkemizi sadece “Türkiye” olarak pazarlıyoruz. Adam gemiyle 2 saat Kuşadası’na geliyor. Sonra “Türkiye’ye geldim” diyor. Türkiye sayfasını kapatıyor. Bu böyle olmamalı. Kuşadası kendisi bir marka olsun. Kapadokya kendisi marka olsun. Karadeniz, İstanbul, Mardin, Bodrum, Antalya ayrı bir marka olsun. Biz bunu yapamıyoruz. Dünya başarıyor. Mesela Santorini ayrı bir markadır. Mikanos ayrı bir marka. PhiPhi, Borakay, Koh Samui, Cebu, Bali, Phuket, Cancun, Sardunya, Las Palmas hangi ülkelere bağlıdır birçoğumuz bilmeyiz. Çünkü hepsi ayrı ayrı birer markadır. Phuket’e gittim deriz. Tayland’a değil. Bali’ye gittim deriz Endonezya’ya değil.
Bakan olurum!
Polatoğlu, tecrübesini küresel boyutta ki gözlemleriyle bir araya getiriyor. Öte yandan ülkenin siyasi durumunu da masaya yatırmaktan geri durmuyor.
“Uyuyan bir bakanımız vardı, en iyi bakanımız oydu. Keşke öyle birileri olsa veya da turizmden biri olsa. Anlaşılır şey değil. Doktor olmayanı sağlık bakanı yaparlar mı? Yapamazlar. Tıptan anlamak zorundasın sen. Adalet Bakanı da meslekten olmalı. Turizm Bakanı da Turizmci.
Yine bir turizm bakanı hanımefendiye sordular, turizmle alakanız nedir? diye. “Kapadokya’ya gittim ben” dedi. Kapadokya’ya gitmiş! Çok sevilen bir Başbakanımız vardı, Ama tatil yapmamakla övünürdü. Niye övünüyorsunuz? Dövünün. Eğer sen tatil yapamazsan zaten bir sürü şeyi kaçırmışsın. Hayatı da kaçırmışsın. Turizm çok ciddi bir olay. Sandıklarından çok daha ciddi. Kültür satıyoruz insanlara, dünyaya. Ve bundan hiç küçümsenmeyecek paralar kazanıyoruz. Turizmden gelmiş adam mı yok Türkiye’de? Alın beni koyun. Ciddi söylüyorum, bunu yaparım. Türsab’a Başkan olmam ama Turizm Bakanı olurum.”
Besim Tibuk, Bangkok ve tez canlı Türk’ün zekası
Sektörün önemli bir ismi olunca diğer mihenk taşı isimleriyle kesişmek de kaçınılmaz elbette. Cem Polatoğlu, çok sevdiği ve saydığı Besim Tibuk ile tanışlığını da anlatıyor.
“Yoğun olarak İtalya’dan turist getirdiğimiz zamanlardı. Fakat tanıtıma paramız yetişmiyordu. Çünkü İtalyanlar paramızı yazın ödeyecekler, bizim ise kıştan hazırlık ve tanıtım yapmamız gerek. Otelleri ön ödeme yapmamız lazım, broşür bastırmamız, tanıtım için seyahat etmemiz, fuarlara katılmamız lazım. Onun dükkanı biz acentalara sponsor oldu senelerce. Elbette bizlerde turistimiz geldiği zaman alış-veriş için onun dükkanına götürürdük. Hanut derler satıştan aldığımız komisyona, hanuttan düşürülürdü işte o peşin aldığımız o para.
Yine o dönemlerde Uzak Doğu’ya turist göndermeye başladık. O zaman için yılda 500-600 kişiyi Türkiye’den Bangkok’a göndermek bizim için büyük başarıydı. Kişi sayısı artınca Türk sistemini Tayland’da uygulamak amacı ile Bangkok’a gittim. Ünlü bir turistik kuyumcu var. Turistlerimizi bu dükkanına götürüyor ve komisyon alıyoruz. Aynen Türkiye’de ki gibi. Müdürü bir Türk ile evli. Yani mentalitemizi anlayabilir. Türkiye’de bu işi nasıl yaptığımızı anlattım. Bizim turistlerimize bedava transfer, Hanut karşılığı otel ve Türkiye’den getireceğimiz rehberlerimize iş verip vermeyeceğini sordum. Nitekim teklifimizi onayladı. Rehberler Türk kanunlarına göre eğer 3 sene yurt dışında çalışırlarsa Türkiye’de bedelli askerlik yapabiliyorlardı. Bu durumda Türkiye’den gönderdiğimiz Rehberler hanuta çalışıp, transfer ve otellere de para ödemeyince sadece uçak parasına mal olan haftalık Turlarımıza başladık. Hatta abartıp dükkandan Türkiye’de reklam yapmak için peşin para da istedik. Kısaca, aynen Türkiye’de uyguladığımız sistemi Uzakdoğuya ihraç etmiş olduk. Çok da başarılı olduk. İlk 3 sene üst üste Tayland hükümetinden Türkiye’den en çok turist getiren acenta ödülü aldık.
Turizmde internet görücü usulü evlenmek
Cem Polatoğlu bir rehber olarak sektörde varlık göstermeye başlamaktan ve yıllarını bu işe adamış olmaktan her ne olursa olsun memnun olduğunu dile getiriyor. Yenilikçi yanı malum. Ama söz konusu internet ve dijital çağ olduğunda başka bir bakış açısı sunuyor.
“Dijital muazzam avantaj. Ama turizm hele ki kültür turları dijitale indirgenecek bir şey değil. İnternetten tur, otel satın almayı da görücü usulüyle evlenmeye benzetiyorum. Evlendikten sonra duvağı açıyorsun ve kız neyin nesi ancak o zaman görüyorsun. Yani dijitalden aldıysan ve sana internette ne gösterildiyse onu satın alıyorsun. Sonra oraya gittiğinde görüyorsun ki sana vaat edilen tur bu değil, gösterilen otel odası bu değil. O yüzden şunu söylüyorum, her zaman için yakasına yapışabileceğin kişiden tur satın al.
İlk defa Türk turiste charter’ı ben kiraladım
“Ben Türkiye’ye gelmeden önce de Türkiye-Avrupa arası charter seferleri başlamıştı. Türkiye’den kalkan bu charter’ların ücretlerinin büyük bir kısmını yabancılar ödüyordu. O uçaklar boş gidip dönmesin diye de Türklere Avrupa özellikle İtalya turları satılıyordu.
Ben ise ilk defa Türkiye’de Türk turistler için charter kiraladım. Yani, sırf Türkler tatil yapsın diye yapılan bir operasyon. İlk Türk charter destinasyonum yaklaşık 20 sene önce Mısır’ın Kızıldeniz sahilinde ki muhteşem şehri Hurghada idi. 9 günlük bir bayramdı ve ben 4+5 gün olmak üzere ikili zincir yaptım. Böylece uçağı 3’te 2 daha ucuz hale getirmiş oldum“
Kültür turizminin siyasi ve insani faydası vardır
Bu kadar ciddi bir gezgin kimliğin sadece deniz-kum-güneş turizmine meyletmesi beklenemez elbette.
“Önemli olan kültür turizmini yaygınlaştırmak. Biz bunun için çabalıyoruz. Bir kere kültür alışverişi siyasi yumuşaklığı da getiriyor. Türkiye’ye gelen Turistin ön yargıları kırıp Türk’e ve Türkiye’ye bakış açısının değiştiğini gözlemliyoruz. Aynı şekilde, yurtiçinde doğuya çok sık gidip gelirseniz doğu insanının gerçekten ne kadar yardımsever, tatlı ve müşfik olduğunu görürsünüz. O halde her şeyden önce ulusal ve dünya barışı için Kültür Turizmini geliştirmemiz gerektiğine inanıyorum. ”