• Haziran 19, 2020
  • admin
  • 0

HÜSEYİN KURTOĞULLARI

Turizmde öyle isimler var ki, zamana meydan okuyorlar ve asla unutulmuyorlar. Çünkü sadece yaptıklarıyla değil, özgün kişilikleriyle ve mizaçlarıyla da imzalarını atıyorlar. Hüseyin Kurtoğulları onlardan biri. Rent a car pazarını Türkiye’de sağlam bir konuma kavuşturan Kurtoğulları, kurduğu şirketler ve verdiği hizmetlerle hafızalara kazınmış, 50 yılını da turizme adamış sıradışı bir portre.

Tarsus Amerikan Koleji mezunu, mükemmel derecede İngilizce bilen bir genç 1966’da İstanbul’a geliyor. Mimarlık okumak istiyor. Parası yok. Okulun sahibinden burs alıyor ve 5 yılda mimarlık eğitimini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Yüksek Okulu’nda tamamlıyor. Fakat bir yandan da çalışmak zorunda olduğu için ilk önce inşaatlarda çalışıyor. Mesela, Şişli Etfal Hastanesi’nde amelelik yapıyor.

Bir gazete ilanıyla Kayhan Rent a Car diye bir şirkette iş buluyor. Kayhan Rent a Car, Türkiye’de bu işi ilk başlatan firma. Kuran kişi Kayhan Bey, bir müzik hocası. Çok iyi İngilizce biliyor. Bir taksi alıyor ve Hilton Oteli’nin taksi durağında taksiciliğe başlıyor. Bir gün de Hertz’in genel müdürünü gezdiriyor. Hertz’in sahibi temsilcilik teklif ediyor kendisine. Hüseyin Kurtoğulları da “Ben Kayhan Usta’nın çırağıyım,” diyor.

Rent a car konusunda Türkiye’de çok emek sarf ediyor Kurtoğulları. Kontratların arkasındaki koşulları ve şartnameleri Türkçeleştirip Türk kanunlarına uyarlıyor. Bugün bile hala kendisinin yaptığı çeviriler kullanılıyor pazarda. 1974 yılına, Esin Turizm yıllarına giderek anlatıyor Hüseyin Kurtoğulları.

 

Rent a car’da altın çağ ve Turgut Özal

Kayhan’ın ardından Esin Turizm adlı bir şirket kuruyor. Kuzeni ve bir dönemin turizm bakanı Bahattin Yücel ile birlikte. Şu anda Türk turizminde aktif olan üst düzey yöneticilerin çoğunu yetiştiren isimlerden biri olarak konuşuyor.

“O kadar çok adam yetiştirdim ki, aralarında bakan olan bile var,” şeklinde bunu esprili bir dille ifade ediyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor.

“Esin’den ayrılıp Ekip Turizm’i kurduk. Esin Turizm’e Europcar’ı getirdim. Europcar da dünyanın Hertz’den sonraki ikinci büyük markası. Hele Avrupa’da çok önemli. Hertz ile National’ı zaten getirmiştim. Biz Hertz’i getirdikten daha sonra Numan Esin Bey de Avis’i getirdi. Europcar işine Numan Esin, ben ve Bahattin ortak girdik. 6 yıl devam etti bu beraberlik. Onu da böldük sonra. Europcar, Numan Bey’de kaldı. Ben de Alman kökenli, gene Avrupa’da çok aktif olan, İnterRent’i getirdim.”

O arada Ekip Turizm’i kurma kararı alınıyor.

“Dame de Sion’un bitişiğinde rahmetli Turgut Özal’dan bir yer kiraladım. Özal, o aralar Anavatan Partisi’ni kuruyor. Adana milletvekili ve partinin de ilk genel sekreteri Akgün Albayrak’a ulaştık. Ben müneccim gibi dedim ki, ‘Turgut Bey bana burayı versin. Çok para almasın. Turgut bey o kadar meşhur olacak ki Cumhuriyet Caddesi’nde ona yalvaracaklar.’ Tuttuk dükkanı. O dükkanı ben çok güzel yaptım.”

Vitrinini silahlarla süslediği dükkana bir gün Araplar silah talebiyle geliyorlar. Hüseyin Kurtoğulları sahip olduğu üstün pratik ve ticari zekayla yasal bir silah satışı gerçekleştiriyor. Ciddi şekilde kar da ediyor bu sürpriz ziyaret sonucu. Ömründe ilk defa 1000 dolarlık banknotu Araplarda görüyor o gün. Ve bir telefon geliyor.

“Satışı yaptım ve Akgün Albayrak aradı. Çok hoşuna gitmiş. Benim Turgut Bey’le tanışma maceram böyle oldu. Turgut Bey’e götürdü beni Albayrak. O da bana ‘Senin gibi adama ihtiyacım var. Seni Akgün anlattı da çok hoşuma gitti,’ dedi. Beni siyasete sokmak istedi de ben istemedim.”

 

InterRent ve indirim kartı projesinin öyküsü

Ortaklı bir şirket olan Ekip Turizm kuruluyor. Incoming işine başlanıyor. Ancak rent a car yine devam edyor.

“InterRent’i aldıktan sonra Avrupa’da da bilinmeye başladım. Interrent’i almasaydım İngiltere’ye geçip Budget’ı alacaktım. Ama ilginçtir alma hikayem. Alman dedi ki ‘Evet, biz çok istiyoruz seni. Senin teklifin nedir?’ Ben de hiçbir zaman ilk teklifi vermek istemem. Adam ısrar etti. Bir arsızlık ettim ve ‘500 mark’ dedim. Olası bir şey değil aslında. 25-50 bin mark arası paralar dönüyor pazarda o ara. Usul öyle. Kabul edildi. Adamla biz yıllar süresince baba oğul gibi olduk. Bana dedi ki ‘Ne dersen kabuldü. Çünkü bizim için sen önemlisin.’ dedi. Meğer beni çok iyi araştırmış, bel çevreme kadar öğrenmiş. Zaten onlarla anlaşmasam Londra’ya Budget ile görüşmeye gideceğimi de biliyordu. Akıllı bir herif. Bütün camia da çok tanırdı onu.”

37 yaşındayken InterRent anlaşmasını böyle yapıyor Kurtoğulları. Sonrasında uçağı beklemek için oteline gidiyor.

“Aldım bir şişe viski ve oturdum odada. Kredi kartı projesini sabaha oluşturmuştum. Sana geliyorum, senin dükkanın var. Beymen. Yüzde on indirim. Sana geliyorum Igs, sen yüzde yirmi indirim. Böyle anlaşmalar yapıyorsun. Ondan sonra insanlara kredi kartını satıyorsun. Ben Türkiye’de ilk kredi kartını imal eden kişiyim.”

Dostu Ayşe Azizoğlu ile gittikleri Gümüşkapı adlı lokantanın sisteminden esinleniyorlar aslında. Müşteriye özel kart çıkarma fikri böyle doğuyor. Yani bir nevi üyelik sistemi. Araştırmalar başlıyor.

“İsveç’te buldum makineleri. 65 bin dolar. Üç beş apartman alırsın. Sonra, öyle kaynadı gitti bu konu. Yaklaşık bir yıl sonra Ayşe gene aradı. Dayısı İmar Bankası’nı almıştı o dönem. Ben de tam yine projeyi düşünüyordum. Aklımda Ayşe, TürkExpress, AmericanExpress, Nilgün Yücaoğlu, Erkut Yücaoğlu Nilgün ve Erkut’la çok yakındık. Aradım ve kart makinesini görmek istediğimi söyledim. Londra’da yapıldığını öğrendim ve ben de ertesi gün oraya gidiyordum.  Gitmeden önce Beymen’in genel müdürünün kulağına da suyu kaçırdım. ‘İlk müşterin benim,’ dedi. Hakikaten ilk müşterim Beymen’di. “

 

Turizm ağır basıyor

Kart işi büyük aksiyonlarla, maceralı ve hayli de zahmetli bir şekilde hayata geçiyor. Hüseyin Kurtoğulları, tüm engelleri hızlı çözüm bulma ve doğru zamanda doğru insanla iletişim kurma yeteneği sayesinde aşıyor.

“Çok enteresan bir iş. Turizm işi Eylül sonu biter ve kart işi başlar. Yazın hiç kimse kapımı çalmadı. Şimdi ham maddesi plastik. Onu nereden alacağım? Delta Plastik diye bir yer buldum. Bu kalınlığı çekemiyorlar. Yarısı kadar çekiyorlar. Adını hiç unutmam, Çelik Bey, çözdü o sorunu da. Ondan sonra başladık kapı kapı dolaşmaya. Gece gündüz kart basıyoruz. Aynı daktilo gibi yazıyorsun. Plan Turizm’in kuruluşundaki en büyük tuğlalar benim bu kredi kartlarımdır.”

Ancak turizm ağır basıyor ve Kurtoğulları, kart işini bırakıyor.

“Plan Turizm’i kurduk. Ara sokakta, yani Point Otel’in yan tarafında bir dükkân almışım. Bir de onun arka sokağında da bir yerim vardı. Orayı boşaltacağım buraya gireceğim. 3 katlı bir yer. Köhne bir yer. Depoydu orası. Yıllardır gözümüzün önünde. Lazım olunca bulduk. Ben de mimarım ya. Ben orayı bir yaptım, müthiş oldu. Eski ofise doğru yürüyorum. Buradaki ofiste de InterRent’i çaktık. Muhteşem bir görüntü.”

Bir ampul daha tam da o günlerde yanıyor hiç durmayan beyninde. Gelibolu’nda şehir hatlarından çıkma bir vapur olduğunu duyuyor ve satılık olduğunu. Yıl 1989. Turizm teşvikleri var.

“İzmir’de bir proje hazırlattım ben. Dosyayı teşvik kuruluna yolladık . 7-8 gün sonra cevap geldi ki olumsuz. Teşvikler kalkmış! Turgut Özal’a ulaştım ve anlattım. ‘Yapacak bir şey yok,’ dedi.”

Ama aklına koyduğunu yapıyor yine.

 

Plan Tur’un meşhur tekne turları ve Speedy

Boğaz’da ilk düzenli ve yemekli turları, kaliteyi gözeterek Plan Tur yapıyor

“Bosphorus Princess yatını yaptık. Turlar başladı. Şimdi dolu var tabi. O zaman hiç yoktu. Çırağan’dan iyiydi benim yemeğim de, masa düzenim de. Bir gün bir otelin genel müdürü olan bir arkadaşım ziyarete gelmek istedi. Trafikten yana dertliydi. Deniz taksi gibi bir şey istedi benden. Anlattı gitti. Gene ayaktayım ben tabii. Ne yapacağımı biliyorum. İDO genel müdürünü aradım. Deniz taksileri yapan yerin telefonunu istedim. Atladım gittim. Tahmin ettiğim gibi çıktı. Beş para etmez. İlk yapılan dört tane deniz taksi hidrodinamiği yanmış olduğu için süratli keskin dönüşlerde kafayı suya veriyor. Şimdilerde düzelttiler. Ben de ne yaptım? İnternet’ten dünyanın en iyi katamaran mimarını araştırdım. Telefonda adamla konuştum. Ne yapmak istediğimi söyledim. Arkadaş olduk. Tercihi ona bıraktım. Çok ucuz bir fiyata projeyi ondan alarak 26 koltuklu bir küçük deniz otobüsü yaptım. Adı Speedy. Speedy, çok ünlü kişileri taşıdı.”

Speedy, 2006 doğumlu ve yapılmasının bir nedeni daha var. Ünlü turizmci açıklıyor.

“İstanbul’a ünlü biri geldiğinde havaalanından şehre gelirken yollar kapatılıyor. İnsanlar mağdur oluyor. Biz bu insanları, büyüklerimizi kurtaralım diye böyle bir yol düşünüp bu küçük deniz otobüsünü yaptık. Tabii çok önemli kişileri, VIP dediğimiz kimseleri, devlet adamlarını düşünerek ilk defa kurşungeçirmez camlı bir tekne yaptık. Basın lansmanında beş el saydık. Cama çarpan kurşunların izi dahi yoktu. Bir kere CIA’e kiralamışlığımız da vardır. Bunlar hep turizmde, hele İstanbul’da olması gereken şeyler.”

 

Sıra otobüste

TÜRSAB’ta başkanlık yaptığı dönemlerde bir gün Bahattin Yücel geliyor ve Londra’ya fuara gitmeyi öneriyor.

“Biz iki amcaoğlu fuar gezerken karşımda kırmızı üstü açık bir otobüs gördüm. Tabii ben bunları biliyorum ama böyle fuarda karşımda birdenbire pırıl pırıl görünce kulaklarım gene sivrildi. Bahattin’in de aynı anda. Şehir turu yapıyorum ya arabayı gördüm ve dizlerim titremeye başladı. Adamla tanıştık. Londra İETT’sinden emekli biri. Bunları ilk yapan ve bütün dünyaya satan. Ama müthiş büyük para.

Türkiye’ye döndüm. 3 ay süresince nasıl ucuza mal edebileceğimi araştırdım. Derken yolunu bulduk. Bursa’da çift katlı otobüsler yapılmıştı. Yaşlıca bir mühendis ağabey, ikinci ellerin ucuza satıldığını söyledi. Yani bir tane alarak Bursa’ya götürüp üstünü kestirecektim.

Gittik. 3 tane TSE belgeli yer var. Projeyi elimden kapmasınlar diye temkinliyim. Güleryüz atölyesine gittik. O zaman atölyeydi. Şimdi belki dünyanın en büyük fabrikalarından bir tanesi Bursa’da. Adamı da çok sevdim. Ama çok dolu olduğunu ve bir yıl süreyle hiçbir şey yapamayacağını söyledi. Yalvardık ama olmadı.

İstanbul’a dönerken aklıma geldi. Benim Ulusoy ailesine, özellikle Yılmaz ve Saffet Ulusoy’a bir ticaret odası seçimlerinde tartılamaz bir yardımım olmuştur. Onlar da o vefayı hiç eksik etmediler, unutmadılar sağ olsunlar. Saffet ağabeye, Allah rahmet eylesin, gittim. Anlattım. Aradı Bursalıyı. İşimi halletmesini söyledi. Ofise geldim. Sekreterim diyor ki, ‘Bursa’dan İsmail Bey dörttür arıyor.” Aradım İsmail’i. Ertesi gün tekrar Bursa’ya gittim. Kendisinden ayrılan bir ustayı kapattı atölyesine ve ben üç ayda orada bir araba yaptım.”

Yıl 1995. Otobüs yapılıyor yapılmasına da muayenede Karayolları ruhsat vermiyor. O zamanın parasıyla 130 bin dolar harcanmış otobüsle kalakalıyor. Ama pes etmiyor elbette.

Yahu biz yeni araba yapmadık. Resmi gazete ortada. Odadan onaylanmış projeler elimizde. Biz tadilat yaptık Ama adam ille Sanayi Bakanlığı’ndan yazı istiyor. Bakanlığa gittim. Her şeyimin tamam olduğunu, ruhsatı vermek zorunda olduğunu söylediler. Ama Karayolları kabul etmiyor. En son ben amcaoğluna dedim ki ‘O arabayı yapmama sen sebep oldun. Ben bu arabayı Ankara’ya getiriyorum ve Tamdoğan meydanında yakacağım.’ O da sanayi bakanını arıyor ve dediklerimi aynen söylüyor. Allah razı olsun, bir yazı verdi ve o yazıyı biz ruhsatladık. Şimdi artık hiçbir sorun yok. Hatta işler çok ilerledi. Ben bu projeyi patent enstitüsünden patentledim de. Fabrikaya izin veriyorum, yapıyor. İtalya’ya, Rusya’ya, Ermenistan’a, Almanya’ya araba satıyoruz. Benim tasarımımdan sonra Londra da ön cephesini değiştirdi. Modern bir görünüş verdi.”

 

Deniz ve kara tamam ama ya hava?

Denizde ve karada icatlarıyla çığır açan turizmciye haliyle havada ulaşım için de teklifler geliyor.

“25 yıl önce İtalyanlar geldiler. Helikopterle şehir turu yapacaktık. Epey yol aldık. Son dakikada adamlara olay karlı gelmedi. Gittiler. Ama gazetelerde de epey büyük haber olmuştuk. Olmadı, çok üzüldüm. Sabiha Gökçen Hava Limanı’nda bir doktor vardı. 4 tane de helikopteri duruyor. Ambulans hizmeti veriyor bu helikopterlerle. Turizm için de kullanmak istiyorlarmış bunları. Nasıl yapacakların konuşuyorlarmış. Corendon diye bir seyahat acentesi vardı. Oradan ayrılan Hank isimli bir arkadaş benden söz etmiş. Aradılar. Yükseklik korkuma rağmen giriştim. Çünkü turu tasarlayabilecek tek kişi benim.

Kalktık İstinye’den. Kaptana anlattık vaziyeti. Sultanahmet caminin arkasından dolaştık. Fotoğraf çekiliyor bu arada. Ben şimdi fotoğrafçının nasıl çekebileceğini bildiğim için komut vermeye başladım kaptana. Anladım ki, ben helikopterden korkmuyorum. Ben oturdum masa başında broşürünü yaptım. Muhteşem bir turdu kardeşim. Adamlarla anlaşmayı imzalamak üzereyiz. Bir tek imzalara kaldı iş. Son gün saat 10’da telefon geldi. ‘Sayın Şevket Sabancı’nın çok selamı var,’ diye başlandı Şimdi Şevket Abi bizim büyüğümüz, bizim kolejden. Emir demiri keser. Bizde acayip bağlılık vardır. Beni arayan ‘Helikopter turlarımız var,’ diye devam ediyor. Turizmde değerlendirmek istiyorlarmış onlar da. Anlaşılmıştı vaziyet. Son dakika ama. İmza atacağız. Aradım. ‘Son dakikada bizim avukatlar, şirket avukatları ve yönetim kurulu oy çokluğuyla sizin helikopterin yaşından dolayı bu işe girmememizi söylediler. Ben çok istiyorum, kurulun başkanı benim ama benim de o şekilde gelen rapora gücüm yetmez, o sorumluluğu almam,’ dedim. Üç gün sonra biz uçmaya başladık.. Birinci yıl 2 bin 500 kişi, ikinci yıl 6 bin 500 kişi, üçüncü yıl 10 bin 500 kişi uçurdum.

 

Duayen turizmcinin isyanı ve içdökümü…

Plan Tur başarılı bir firma. Yurtdışında çok iyi bağlantılar ve tedarikçileri olan bir şirket.  Ancak Hüseyin Kurtoğulları’nın devlete ve büyükşehir belediyelerine iki çift lafı var.

“9 yılda 11 milyon dolar para, 1 milyon 207 bin adet turist getirmişim. Sen ne yapıyorsun? Beni dövüyor ve dövdürüyorsun. Ben kendim için de bir şey istemiyorum. Ama yurtdışındaki imaja bak. Türkiye’deki demokrasiyi bu insanlar nasıl görürler? İhaleleri kendi adamlarına yaptırmak için çok daha fayda sağlayacak olanın önünü kesiyorlar yaptıracak. Çok daha faydalı olan diğerini durduracak. Naziler daha farklı değildi.”

“Hop-on hop-off” gezileriyle ilgili yaşadığı zorlukları anlatarak sürdürüyor sözlerini.

“Ben ilk başladığımda belediye filan yoktu. Çünkü 1618 sayılı yasa, bakanlıktan belgeli turizm acentesine tur yapma hakkı veriyor. Bu da bir tur. Ben buna başladığımda belediye yoktu. Sonradan İspanyollar, Madrid’de bu işi yapan şirket iflas ediyor, arabalarını memleketten kaçırmak için düşünüyorlar, Türkiye’de bu iş yapılıyor. Önce bana ortaklık teklif ettiler, ben kabul etmedim. Yani ben burada kazanacağım parayı yabancıya niye vereyim? Niye ona kazandırayım? Kazanacaksam ben kazanacağım Arar Tur’un sahibi Mehmet Doğan İspanyollarla ortak oldu. Benim bir arabam varken üç tane arabayla işe girdiler. Hem de ihalesiz. Hiç haberimiz yok. Herhalde saklı bir ihaleyle. Hemen bir metre arkama koydular. Acayip taciz ediyorlar bizi. İki sezon çok zor günler geçirdim. İki sezon sonra hukuk yoluyla adamları İstanbul’u terk etmeye mecbur bıraktım. Bana çok kinlenmişler. Patentini aldım onun da. Şimdiki şirkete davayı açmak üzereyim.”

 

İhtarname ve otobüsler bağlanıyor

İETT’den kendisine bir teklif geliyor.

“9 yıllık bir ihaleydi. İETT duraklarımızdan faydalanabilecektim. O zaman hoşuma gitti bu iş. Ama işin içine girince boşuna olduğunu anladım. Çünkü o durakları kullanmıyorum. Beni hop-on hop-off noktalarım bambaşka, turistik yerler. Bunlar bir karar çıkartıyorlar. 9 yılımız biterken bize ihtarnameyi çektiler. İşi durdurmamızı söylediler. Biz durmadık. Çünkü 1618’den gelen bir hakkımız var, kanuni hakkımız. Onu da göz ardı ederek polis marifetiyle cebren bizi durdurup arabalarımızı bağladılar, üzerinde turist varken. Rezil olduk tabi. Hala da olmaktayız. Dava açtık. Maalesef oraya da etkin oldular ve davayı kaybettirdiler bize. Bize sahip çıkması gereken turizm bakanlığıdır. Oysa turizm bakanının umurunda bile değiliz. Yazdık. Cevap dahi gelmedi.”

Hüseyin Kurtoğulları… Üstü açık çift katlı özel tur otobüslerini Bursa’ da imal ederek patentini alan ve 1997 yılında Londra’ da kurulan çok uluslu City Sightseeing Worldwide Şirketinin kurucu ortakları arasında yer alarak Türkiye temsilcisi olan o. Bu hizmetiyle 1999 SKALİTE ödülünün sahibi olan, 2007 yılında helikopter turları, 2013 yılında ise deniz uçağı ile İstanbul’ da ilk defa turistik hava turları başlatan yine o.

“Beni durdurmak demek, turizme karşı olmak demektir. Can damarını kesmek demek. Ve kalkıp da kendi akrabasına bu işi yaptırmak, ancak işte bu tür insanlara mahsus bir şey. Hayatım boyunca kimseye beddua etmedim. Bunlara da etmiyorum ama daha kötü bir şeyim var. Allah müstahaklarını versin, diyorum,” diyor ve maalesef sektöre vedasını açıklıyor.

“Tası tarağı toplamaktayım. Her şeyim satılık. Acente dâhil. Ben işi bırakmaya karar verdim.”

 

İstesem TÜRSAB’a başkan olurdum

Üç dönem TÜRSAB’da yönetim kurulunda görev yaptım. Bahattin benden önce başladı. Daha ofisindeydik. Rahmetli Özcan Yuvalı ile birlikte onun yaveri oldu. Sonra Özcan Abi’yi devirdiler ve Bahattin başkan oldu oraya. Oralar daha böyle değişik görevler. Ama benim işim değil. TÜRSAB’da benim o altı yılım hiç boşa geçmedi. 8.-9. ve 10’uncu dönemler. 198787 yılında başlamışım. İstediğim kadar orada kalırdım. Hatta çok isteseydim oraya başkan da olurdum. Çoğu kimse ‘başkanım’ der bana. O kadar aktiftim ki. Hiçbir zaman da başkanlığı istemedim, laf aramızda. Çünkü o daha ağır bir görev. Ben yüreği geniş ve özgür bir adamım. Öyle sürekli toplantılar bana göre değil. Ben 22 farklı turizm bakanıyla çalıştım.”

 

Amerikalı senatörler yakinim olur

“Sinagoglar bombalandıktan sonra tekrar açılışları yapılırken üç tane baba senatör geldi Amerika’dan. Bunları dört gün süreyle Plan Tur misafir etti, gezdirdi. Polisten destek aldık. Polis eskortu istedim. Bir arabanın içerisine silahlı yakın koruma koydum. Adını da ikinci şoför koydum. Çırağan’a gidecekleri gün gittim. Ben oranın acentesiydim. Lobide masam vardı. Oturdum oraya. Senatörü çağırdım. ‘Güle güle demeden önce siz de bize hatıra olarak iki satır yazı yazın şeref defterimize.,’ dedim. Korumaya da dedim ki ‘O yazarken bu tarafa yakın gel, ama gelirken ceketi bir salla. Amcam makineyi bir görsün.’ Adam makineyi gördü. “O şoför falan değil. O yakın koruma. Sizi gümrüğe teslim edene kadar, sorumluluğunuz benim. Onun için arabamın önünde arkasında sivil polisler vardı. Hiç fark etmediniz, o bile yetmedi, ne olur ne olmaz arabanın içine de bu arkadaşı koydum. Çok iyi bir korumadır,’ dedim. Öbür senatörleri falan çağırdı. Onlar da imzaladılar. Bir sene sonra bana bir telefon geldi öğle saatlerinde. İngilizce bir görüşme talebi. Geldiler. Bir Japon Amerikalı, bir tane tipik Amerikalı, bir tane de çok güzel etine dolgun bir hanım. Kadın Türk’t. Anladım ve bunu söyledim. Şaşırdı. Talep de şu: Talimhane’de 700 kişi için 700 oda. 6 gece. Sadece 4 yıldızlı otel olacak. Ama iyi fiyat istiyorlar. Ben de dedim ki ‘Sir, sen başka bir yere gidemezsin. Sana talimat zaten verildi. Git, Hüseyin’i bul. Bu işi o yapacak dendi.’ Şaşırdılar. Ama senatörlerin yakınlarım olduğunu, Pentagon’dan bana iş geldiğini söyledim.”

 

Jimmy Carter gizlice jogging’e giderse…

Ben baba Bush’u da tanıyorum, oğlan Bush’u da. Ne bileyim, bir Jimmy Carter işimiz var ki az daha başımız belaya giriyordu. Benim Hakan diye bir adamım var. Carter geldiğinde o işin başında. Oralarda yatıyor kalkıyor. Jimmy Carter bir akşam ‘Gel buraya bakalım, ‘diyor. Hakan’a Belgrad Ormanlarına gitmek istediğini söylüyor. Ama kimsenin bundan haberi olmamasını tembihliyor. Jogging yapmak istiyor adam. Adam korumalarını artık nasıl atlatıyorsa çıkıyor ve arka garajdan Hakan’la gidiyor. Ana kapıdan da giriyor dönüşte. Hakan da bunu bana söylemiyor. Ortada bir telaş. Çılgın gibi FBI, CIA kaosu. O sırada adamın geldiğini görüyorlar. Bizim Hakan’ı hemen alıyorlar. Yapılmamalı tabii böyle bir şey. Ama yapmamamız lazım. Zaten ondan sonra bütün Amerikan işim kesildi. Konsolosluğun, elçilerin bütün işlerini ben yapıyordum. Bütün ilişkimi kestiler.”