İSKENDER ÇAYLA
İş disiplini ve beyefendiliği ile herkesin takdirini kazanmış bir isim. Turizmin tarihinde başarılarıyla, duruşlarıyla ve kişilikleriyle iz bırakmış değerli kişilerle yıllarca çalıştı, aynı yola baş koydu. Kendi yolunu çizerken, o yılların kendisine kazandırdıklarının kıymetini daima bildi; vefa borcunu başarılarıyla, dürüstlüğüyle ödedi. Lafını sakınmaması ve inandığı ilkelerin arkasında dimdik durması da İskender Çayla’nın sektörün en özgün isimleri arasında sayılmasını sağlıyor. Peki, hikayesi nedir? Nerede başlar ve nasıl seyreder?
İstanbul ve Bursa’da ilköğretimini tamamlıyor. Ardından orta öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde yapıyor. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun olan İskender Çayla, turizme 1981 yılında Gürkay Turizm’de havaalanı-otel transferleri yaparak başlıyor. 1983 yılında İlk Anadolu turunu gerçekleştiriyor. Türkiye’nin bir çok turistik bölgesinde acente yöneticiliği, yurt dışında tur operatörlüğü, havayolu şirketi yöneticiliği gibi, turizmin değişik alanlarında tecrübe sahibi oluyor.
Kemal Suman tarafından 1976 senesinde kurulmuş̧ olan Retur Turizm’e 1994 yılında hem ortak hem de yönetici oluyor. Türkiye’nin yurtdışında tanıtımı konusunda da önemli çalışmalarda bulunuyor. Deneyimi ve işine bakış açısını sivil toplum tarafında da geliştirmek, aynı zamanda tutumunu sergilemek için farklı dönemlerde TÜRSAB bünyesinde kurulmuş̧ olan komitelerde görev alıyor.
Çayla, bölgesel tanıtım ve uluslararası fuarlara katılım gibi konularda önemli çalışmalar yürütüyor. O, Türkiye’nin turizmdeki gönüllü elçisi. Bu ülkenin asıl yüzünü, doğru imajını, doğal, tarihi ve kültürel zenginliklerini yurtdışında anlatıyor yıllardır.
Her meslek dalının bir ruhu var. Bunu görebilen, duyumsayabilen ve derinleştirebilenler fark yaratıyorlar şüphesiz. Turizmin ruhunun tüm inceliklerini, detaylarını görebilmiş az sayıda kişi varsa, biri kesinlikle vizyoner ve yenilikçi bir profesyonel olan İskender Çayla.
Türk turizmindeki tüm açıkları, kırılma noktalarını ve kavşakları genç yaşından bu yana tespit ediyor. Daha önemlisi, sürekli çözüm odaklı ve tartışmacı bir üslup takınarak ‘eylem adamı’ olma yönünde tercihini ortaya apaçık koyuyor.
Turizmin dev isimlerinden Armağan Sarı’yı en iyi tanıyan isimlerden biri aynı zamanda. Ani kaybıyla sektörde büyük üzüntü yaratmış olan Sarı’nın meslekteki vefakar yol arkadaşlarından da biri. Bu satırlarda Armağan Sarı da özlem ve saygıyla anılıyor.
Çayla, bir yazısında da kaleme aldığı gibi “Turizm, ekonomik geleceğimizin temel taşıdır,” diyor ve yoluna devam ediyor.
Turizm hareketi yokken turizmci olmak
Seksenlerde İskender Çayla henüz öğrenci. İstanbul’da okuyor. Gencecik bir frankofon. O yıllara dönüyor ve anlatıyor.
“Yetmişler ve seksenler Türk turizminin önemli dönüm noktalarıdır. Turizme farklı bakılmaya başlandığı zamanlardır. Ben Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken turizme girdim. Transfer yaparak başladım bu işe. İstanbul’da şehir içinde çalışıyordum. Yatılı okuyordum. Babamı 1981’de kaybettim. Bir şekilde para kazanmam gerekiyordu, ailem için de. Fransızca biliyordum. Türkiye’de de o sıralar hem kültür turizmi, hem genel çerçeve olarak turizm Fransızca idi. Başka önemli bir turizm hareketi yoktu. Otel altyapısı da yoktu. Antalya’da da yoktu. Her şey İstanbul bazlıydı. 1983’te Fransa’dan gelen bazı tur operatörlerinin buradaki müşterilerine eşlikçi rehber olarak çalıştım. Çok ilginç deneyimlerdi. Düşünün, 3 hafta boyunca belki hiç bilmediğiniz, daha önce hiç gitmediğiniz yerlere gidiyorsunuz. Grup var ama otobüs yok. Şehirler arası otobüste yer bulmak zorundasınız. Otel yok tabii bu arada. Gittiğiniz şehirde otel veya pansiyon bulmak durumundasınız. Parayı da siz ödüyorsunuz. O zaman daha 18 yaşındaydım. Aslında beni çok olgunlaştıran senelerdi. Fakat lise yılları ve turizme geçişteki en önemli etken elbette Fransızca kökenli turizmin Galatasaray liseli turizmciler tarafından çok geliştirilmiş olmasıdır.”
Anlaşılan daha çok genç yaşta Çayla’nın gördüklerini değerlendirme ve içinde bulunduğu ortamı özümse yeteneği gelişmiş durumda. Hiçbir şekilde karamsarlığa ve yılgınlığa kapılmadan mevcut koşullara adapte oluyor.
Elle yazılan 3 bin kişilik operasyon
İskender Çayla için o ilk yıllar unutulmaz. İmkansızlıklar içinde ama işe sadakat ve en iyi hizmeti sunmak kaygısıyla adeta mucizeler gerçekleştiriliyor. Çayla da o dönem yaptıklarını gurur ve mutlulukla paylaşıyor, elbette Armağan Sarı’nın öncülüğünü vurgulayarak.
“İlk defa Armağan Sarı o dönemde yurt dışındaki tur operatörlüğünün Türkiye açısından çok önemli olduğunu daha iyi anlayarak bu konuya çok ağırlık verdi. Önceden başlatılmış hareketler vardı, ancak Armağan Sarı çok daha iyi gördü önemini. Türkiye kendi Türk kökenli tur operatörleri aracılığıyla Türkiye’ye turist göndermeye başladı. Ben o senelerde İzmir’de önce Çiğli’de, sonra da 1988’den itibaren Adnan Menderes Hava Alanı’nda haftada aşağı yukarı 25 tane charter’ın geldiği bir operasyonu yapmaya başladık. Çok garipti. Haftada 3 bin kişi geliyordu. Faks yoktu. Telefonlar doğru düzgün çalışmıyordu. Bilgisayar da yoktu haliyle o zaman. Teleksle isimler geliyordu.
Ben o zamanlar Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciydim. Kendi ellerimle 3 bin kişinin operasyonunu yazardım. Fotokopi ile çoğaltarak da Türkiye’nin o zamanki şartlarında 3 bin kişinin havaalanından otele veya ya da turdan alana veya mavi yolculuğa gibi hareketlerini organize ederdik. O dönem için hiçbir teknoloji olmadan bunu yapmanın ne demek olduğunu tahmin edersiniz. Charter firmaları yeniydi ve charter işini bilmiyordu. Havaalanları da charter işini bilmiyorlardı. O zaman Toros Hava Yolları yeni kurulmuştu. Türk Hava Yolları’nın Boğaziçi diye bir firması kurulmuştu. Buralarda da ciddi operasyonel veya finans sorunları oluyordu. Tüm bunları biz sadece kendi çabalarımızla, o andaki çözüm tepkilerimizle aştık. Bu iş de öyle gelişti.”
Brüksel ve Topkapı Holidays
Kolay olmuyor. İnsan üstü bir çaba sarfediyor aslında Çayla ve beraber çalıştığı arkadaşları. Türkiye, turizm anlamında adeta bir çöl o zamanlar. Ve çölde çiçek açtırmak için büyük özverilerde bulunmak gerekiyor. Deneyimli turizmci, geçmişe yönelik anlatımını sürdürüyor.
“Türkiye’de yapmış olduğumuz turizmde aslında olağanüstü işler çıkarmıştık. Şu anda da öyle. Farklılığımız bugün dünyada çalıştığımız birçok firma tarafından kabul görüyor. Ama o zamanki şartları anlatmak çok zor. Çünkü 3 bin kişi geliyor. Bunca kişi nasıl geliyor, nasıl gidiyor? O zaman ülkemizde otellerde altyapı yeterli değil, restoranlarda da öyle. Yolda turist grubuyla durduğunuzda benzin istasyonunda tuvalete gidilecek bir durum yok. Böyle şeylerden söz ediyorum. Özellikle Fransız turizminde gerçekten iyi yetiştirilmiş, memleketini seven yüzlerce genç çok büyük bir çaba sarf etmiştir. Biz bunu yaşadık. Burada yaptığımız için çok zor, zahmetli bir olduğunu, sadece beyinsel değil fiziksel güç de gerektirdiğini biliyorduk. Çünkü hafta sonu 48 saat uyumadan çalışıyorduk. Ama yurtdışında bu iş nasıl yapılıyor, ne yapacağımızı, nasıl başarılı olacağımızı bilmiyordum. Gittiğimizde onu da gördük.”
Brüksel’de Armağan Sarı’nın o zaman kurmuş olduğu Topkapı Holidays adlı firmada çalışmaya gidiyor İskender Çayla. Bu önemli deneyimi ve aldığı mühim dersi paylaşıyor.
“Birkaç ay içinde binlerce turist potansiyeline ulaştık. Hem Anadolu turları yapıyorduk, hem de Kuşadası’na, güneye, Fethiye’ye ve İstanbul’a turist gönderiyorduk. Burada da yapmış olduğumuz farklılıkların aslında ne kadar güzel ve önemli olduğunu gördük. Bir şey daha gördük ama. Bizim ülkemizde çok hızlı büyüyen bir turizm vardı. Çok hızlı bir şekilde ve belki yer çekiminin etkisiyle aşağı doğru yuvarlanan bir topun içerisinde gibi olaylar karşısında çözümler üreterek veya cin fikirler bularak ya da yaratıcılıkla işi belli bir yere getirdik. Ancak bizim yapmadığımız çok daha farklı bir sistemleri vardı. Aslında özellikle dünya turizmindeki çok büyük hareketlerin oluşmasında sigorta firmalarının ve bankaların sahip olduğu tur operatörlerinin mühim etkisini görmek söz konusu oldu orada. Dolayısıyla ne kadar başarılı olsak da bizim bizden kaynaklanmayan, kendi ülkemizde var olmayan bir sistemin eksikliği nedeni ile ancak belli bir yere kadar işi götürebileceğimizi gördüm. Bu ne yazık ki benim açımdan en büyük ders oldu.”
Retur ve Türkiye’yi tanıtma çalışmaları
İstanbul’a dönüyor genç turizmci. Tabii aklında yine turizm var.
“O sırada Galatasaray’dan çok sevdiğim bir ağabeyim olan Kemal Suman bana ortaklık teklif etti. Retur’un o zamanki sahibi idi. Kendisini de 2012’de kaybettik. Retur, zaten İspanyol bir firma ile çalışıyordu. Biz 1994’te ortak olmamızdan sonra o pazarı çok geliştirdik. Retur’da aşağı yukarı 17 sene ortaklık yaptık. Ancak ticaret hayatı kendinizle ilgili bazı kararlar almanızı da gerektiriyor. 2011 sonunda Retur’dan ayrılma kararı aldık. Tüm hisselerimizi, araçlar dahil bıraktık. 2011 sonunda kurduğumuz yeni seyahat acentemizle çalışmaya başladık. 2012’de Delicias olarak çalışmaya başladık.”
Bu uzun dönem boyunca Türkiye’de turizmin portresini kusursuz biçimde çizebilecek kıvama geliyor İskender Çayla. Bunu da şu sözleriyle ifade ediyor:
“Aslında bizler Türk turizmcileri olarak hep büyük sorunların, krizlerin olduğu dönemlerde doğru tepkiler verebilmeyi bildiğimiz için turizmimiz çok büyük inişler çıkışlar yaşamasına rağmen daima bir süreklilik arz etti. 1999’un Şubat ayında Abdullah Öcalan yakalandığında Türkiye’de çok önemli terör olayları yaşandı. Marmara Çarşısı’nda insanlar yakıldı. Ardından yine aynı sene terör nedeniyle Türkiye’ye gelen turist sayısında çok önemli bir düşüş yaşarken maalesef bir de depremi yaşadık. Deprem işi tamamen durdurdu.
Biz başımıza gelenlere üzüleceğimize, ağlayacağımıza birçok seyahat acentesi olan ve otelci arkadaşımızla bir araya geldik. Tanıtım malzemesi çok azdı. Önemli bir tanıtım çalışması hazırlayıp yaptık. Bunlar derinliği olmayan, sadece görsellik taşıyan çalışmalar değildi bunlar. Tam tersine, belli insanlara çok doğru mesajlar ileten çalışmalardı. Özellikle kültür turizmi ve incentive gruplar bazında çok olumlu geri dönüşler aldık. İspanya’daki turizmde özellikle İstanbul’un ve Kapadokya’nın konumunu çok güçlendirdik. Burada daha önceki yıllarda çok dar alanda kalmış bir turizm vardı. İstanbul’da alanı çok genişlettik. Beyoğlu’nu kattık mesela. Beyoğlu, doksanlı yılların sonunda, hatta iki binlerin başında dahi Güney Amerikalı ve İspanyol turistler tarafından pek tercih edilen bir yer değildi. Ayrıca Nişantaşı’nı ve Boğaz otellerini öne çıkardık. İstanbul’un bir yaşam biçimi sunduğunu anlattık ve bunun da çok olumlu etkileri olduğunu gördük.”
İspanya ve Güney Amerika pazarının öncüsü olmak
İspanyolca konuşulan ülkelerin sayısı dünyada 23. Amerika Birleşik Devletleri’nde de aşağı yukarı 50 milyon kişinin ana dili İspanyolca. Yani çok önemli bir pazar söz konusu. Bu pazarın yapılandırılmasında çok etkili imzası olan Çayla, anlatıyor.
“Benim için kültür turizmi amaçlı gelmeleri çok önemli. Yani sadece belli bir bölgeye belli bir maç için gelmiyorlar. Birçok şehrimize, bölgemize geliyorlar. Dolayısıyla da Türkiye’nin birçok yerine dengeli dağılan bir turizm geliri sağlayan, yemeyi içmeyi seven, şehir hayatı içinde para harcamayı seven insanlar. Kısacası, çok özel bir turizm.
Aslında Türkiye’ye elbette özellikle İspanya’dan çok uzun süredir turist geliyor. Biz bu işe ağırlık vermeden önce de geliyorlardı. Ancak biz var olan başlangıcı değerlendirdik. Başlangıcın emekleme sürecini hızlandırdık.”
Çayla ve ekibi yıllarca İspanyolca konuşulan ülkelerde fuarlara katılıyorlar. Çarpıcı tanıtım malzemeleri hazırlıyorlar. Yurtdışındaki diğer acenteleri ve otelleri ziyaret ediyorlar. Oralarda davetler ve tanıtım sunumları düzenliyorlar. Aslında bu şekilde Türkiye ve İspanyolca konuşulan ülkeler arasındaki çok önemli bir iletişim sorununu çözüyorlar. Bu muazzam çabanın meyvesini de şöyle açıklıyor Çayla:
“Bunun karşılığını da belli bir süre sonra Türkiye olarak aldık. Şu anda THY, San Paulo’ya ve Buenos Aires’e uçuş koydu. Madrid’e 1994 senesinde THY’nın 3 günde bir uçuşu vardı. İberia’nın da Barselona aktarmalı Madrid uçuşu vardı ve sadece bir taneydi. Şu anda THY’nın sadece İspanya’ya günde 10 uçuşu var. Dolayısıyla 21 yılda gelinen nokta çok önemlidir.”
Turizm için biçilmiş kaftanlardık
Turizmde 35 yıl. Öğrencilik yıllarında uykusuzluğa, yorgunluğa, zor koşullara, hattta yokluğa kafa tutarak, inatla yapılandırılan bir kariyer. Söz, Çayla’da.
“16 yaşında turizme başladım. Bana göre ‘87-‘90 senelerinde Türkiye’nin o şartlarında haftada 3 bin kişinin organizasyonu ve tüm operasyonunu yapmak olağanüstü bir şeydi. Her şeyin temeli de o dönemin üzerine oturuyor. Orada benimle birlikte çalışan ve hala turizmde çalışan kardeşlerim var. Serhat, Cemil, Mehmet gibi… Bir kısmı bıraktı turizmi. Fakat o dönemde o şartlarda sırlanmış olan insanlar gerçekten hep çok farklı ve başarılı oldular sonra. Cemal Kızıltan da bunlardan biridir.
Gerçekten o dönemki turizm için biçilmiş kaftanlardık. Sadece kendimden değil, yakın çevremden de bahsediyorum. Ben Galatasaray Lisesi’nde ve Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum. Bugün Galatasaray, Türkiye’den 100 öğrencinin girdiği bir okul. Boğaziçi’ni düşünün. Gerçekten buralardan eleman almak çok büyük bir olanaktı Türkiye için. Ve Türkiye’nin genç yaştaki bu insanlara sunabileceği başka bir sektör yoktu. Yani yeteneklerini ve donanımlarını hızlı bir şekilde değerlendirebilecekleri başka bir sektör yoktu. Ama o döneme de bir bakın. Her şeyde sorun vardı. Otellerde sorun vardı. Uçaklarda vardı. Çalışmayan telefonlar, otobüs yokluğu, var olan otobüsler klimasız, otel yokluğu, hava yolu yokluğu. Hep yokluk vardır. Şirkete faks geldiğinde olay olmuştu. Uzay gemisi gelmiş gibi bakmıştık faksa. Ama insanlar mutlu dönüyorlardı ülkelerine. Ve bu sürekliydi. Kısacası, bizim çıktığımız nokta insan kaynağı anlamında önemli bir noktaydı.”
Ben ülkemi ve işimi severek bunları yaptım. Yurtdışında Türkiye tanıtımı yaparken, tek başımıza yapabileceğimiz kalemlerde bile rakiplerimizi dahil ettik. Çünkü burada amaç ülkeyi önce tanıtmaktı. Ülkenin doğru tanıtımı, doğru algılanması sağlandıktan sonra zaten işinizi gerçekten iyi ve farklı yapıyorsanız zaten iş yaparsınız. Bu konuda başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Önce kendimizi, kendi şirketimizi düşünmedik. Bunun da sektörde doğru algılandığını ve takdir edildiğini de görüyorum. Anlaşıldığımız için de seviniyorum.”
Armağan Sarı çok değerlidir, öyle de kalacaktır…
“Çok önemli biri benim için. Benim için Galatasaray’dan Armağan Ağabey. Bence Türk turizminin gelmiş geçmiş en önemli insanlarından birisi idi. Çok öngörülü, zeki, son derece yaratıcı, farklı bir turizmci idi. Mükemmel bir Fransızcası vardı. İnsanları ikna kabiliyeti çok yüksekti. Ben ve benim gibi Galatasaray Lisesi’nden küçük, büyük, devre arkadaşları yüzlerce insan Armağan Sarı sayesinde turizme girdi. Paralar kazandılar. O sıkıntı yaşadı, biz de yaşadık. O iyi gitti, biz de iyi gittik. Gerçekten çok sayıda insana farklı tarzda ve anlamda bir öncülük yaptı. Benim hayatımdaki çok önemli etkisini de şöyle anlatayım. Brüksel’e giderken kendisiyle gitmemi istedi. Bu sayede orada bir deneyim kazandım ve daha da önemlisi hala evli olduğum eşimi Brüksel’de tanıdım. Hakkını her zaman vermek isteyeceğim, hep güzelliklerle anacağım çok değerli bir insandır, öyle de kalacaktır.
Daha dünyada daha low-cost uçak firmaları yokken Belçika’da Flaman ve Valonlar , yani Flamanca ve Fransızca konuşanlar arasındaki politik bir ayrışmadan dolayı Fransızca konuşanların kendi bölgelerinde atıl bir hava alanı olduğunu öğreniyor. Kendisine bu hava alanının 4 seneliğine kiraya verilmesini istiyor. Kendisinden otopark ve hava alanı vergisi talep edilmemesini söylüyor. Ücretsiz ofis olanakları istiyor. Karşılığında her gün o alana uçak indireceğini söylüyor. Önce inanamıyor insanlar tabii. Milyonlarca frank’a yapılmış o alana inen yok o ara, kullanılmıyor. Avrupa’nın ortasına çok büyük bir hava alanı yapmışlar ama değerlendiremiyorlar. Bir Türk geliyor ve istiyor o işi yapmayı. İş başlıyor ama bu sefer de Brüksel merkezde Flamanlar daha etkin olduğu için ve devlet de hala onların elinde olduğu için engel oluyorlar . Bu hava alanı benim bildiğim kadarıyla hala çalışıyor. Bu tür olağanüstü, farklı fikirleri bulabilen bir insandı. 1992-1993 yıllarının şartlarında gitti Malezya’dan uçak kiraladı. O uçağı Brüksel’e getirdi ve oradan uçuşlar yaparak Türkiye’ye binlerce insan taşıdı.
Antalya’da kendine yeni bir çıkış aradı. Elinden geleni yaptı. Başarısız oldu. Çünkü şartlar çok değişmişti. Bazı çok sıkıntılı dönemlerinde o yüzlerce insanın en azından bir kısmının ona destek olmasını bekledi. En zor günlerinde ben birçok insanın bunu bilmesine rağmen yardım etmemesine çok üzüldüm. İnsanların bunu ellerini vicdanlarına koyarak tekrar düşünmelerini çok isterim. O günlerde sadece Gökalp Özdikicioğlu ve Cemal Kızıltan’ın yardım ettiklerini söyleyebilirim sadece. Ticarette başarısızlık ve hata olur. Ama başarısız oldu veya hata yaptı diye insana sıkıntılı, sorunlu gününde el uzatmamak bence çok insani değildi. Kendisini 56 yaşındayken de kaybettik.”
TÜRSAB’ın başında olsaydım…
“2007 sunumumu aynı insanları toparlayıp tekrar göstermek isterdim. Orada söylediğim birkaç şey vardı. Şu anda vazgeçilmezlerimizden olan Anadolu Jet’i anlatmıştım o sunumda. O zaman Anadolu Jet yoktu, fikri de yoktu. Bir de bölgelerin internet üzerinden tanıtılmasını ve seyahat acentelerinin bu konuda öncü olmalarını istiyordum. Bundan bahsetmiştim sunumda. Bitti tabii. Geç kalındı bu hususta da. Çünkü diğer turistik işletmeler daha hızlı davrandılar. Şu anda hala internette bölgelerin tanıtımı konusunda çok ciddi boşluklar var. Ben herkesin kullanabileceği bir portal düşünmüştüm. Bölgesel tanıtımda neler yapılması gerektiği yönünde çok ciddi bir çalışma yapmıştım. Bunu hayata zamanında geçirmiş olsaydık ne olurdu? Türkiye’de turizm gelişimi ve büyümesi bu kadar kanserli olmazdı. Aynı bölgede aynı ürün ve benzer tarihlerde bu kadar ciddi bir yığılma olmazdı. Türkiye’nin daha çok bölgesine turizm hareketi yayılmış olurdu. Küçük çaplı turizmcileri desteklerdim ve onların devletten destek almalarını sağlardım.
Bugün hala maalesef birçok önemli turizm beldesinde doğru düzgün bir altyapı yok. Bazı yerler var ki bir Avrupa ülkesinin elinde sadece o belde olsa orada turizm çok daha fazla ilerlerdi ve gelişirdi. Biz bunu yapamadık. Türkiye’nin son 10 yıldır siyasi anlamda içinde bulunduğu dönem de belki burada başka etkenleri ortaya çıkardı. Sektörel örgütler aslında bir sivil toplum örgütü gibi çalışmıyorlar bizim ülkemizde. Yatırımcı, çıkarı zarar görmesin istiyor. TÜRSAB ise aslında gerçek bir sivil toplum örgütü olabilme şansını bence çok önceleri yitirdi. Zaten yarı kamu niteliğinde bir kurum. Dolayısıyla yanlış gördüklerini yüksek sesle söyleyemiyor. Bunu başka yöntemlerle söylemeye çalışsa da aynı etki olmuyor. Ben açıkçası TÜRSAB’ın daha ciddi bir sivil toplum örgütü ağırlıklı olmasını isterdim. Tabii bunun için de bir bedel olmak gerekir. Çünkü siz eğer siyasetle ayrı düşünmeye başladığınız, fikirlerinizi söylemeye başladığınız zaman bunlara göğüs gereceksiniz. Göğüs germek de kolay değil. Kimseyi de suçlamak istemiyorum.”
Turquia.com’un hikayesi
“İspanyolca ve Portekizce bir sitedir. Hikayesi şöyledir: 1995’te Galatasaray’dan çok sevdiğim bir arkadaşımın eniştesi Amerika’da IBM’de çalışıyordu. Bir bölümün başındaymış ve kendi bölümüyle ilgili toplantısını istediği yerde düzenleyebileceğini söylüyorlar. O da kendi ülkesinde, İstanbul’da düzenlemek istiyor. Biz de toplantı salonu ve otel konusunda yardımcı olduk. Sonra konunun ne olduğunu sordum. Toplantılarına da gittim. İnternet ile ilgili bir çalışmaydı. Duyuyorduk ama ne olduğunu bilmiyordum. Katıldım toplantılara ve dinledim. 2-2 buçuk saniye içerisinde binlerce bilgi ekrana gelecek deniyordu. O yıllarda buna inanmak çok zordu. Malum, mavi ekran yılları. İnsanın aklının alamayacağı bir durumdu gerçekten. Türkiye’de internet o zaman çok az insanın kullanımındaydı. O zaman biz bunun ne kadar önemli olduğunu öngördük. Tasarım bölümümüzdeki arkadaşlarla konuştuk. Ülke ismini almak istiyorduk. Başvurduk. Bütün dillerde alınmıştı. Bir tek İspanyolcası kalmıştı. Türkiye’nin tanıtımı için de kendi ürünlerimiz için de çok kullandı bu siteyi, hala da kullanıyoruz.”