• Temmuz 3, 2020
  • admin
  • 0

KASIM ZOTO

Bu sektörün kilometre taşlarını elleriyle, alınteri ile yapmış kişilerin özgeçmişlerini ‘kısaca’ anlatmanız mümkün olamaz. Klasik bir özgeçmiş kaleme almaya çalışsanız bu eşsiz insanlar için satır aralarını doldurmanız kaçınılmaz hale gelir. Ve aslında her biri birer kitap olur, olsa da ne güzel olur. Kasım Zoto da bu isimlerden biri olarak bu kitabın yapraklarında enfes öyküsünü paylaşıyor.

Tarhan Koleji’nin ardından İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde yüksek öğrenimini gören Zoto, oldukça genç bir yaşta 1966-1975 yılları arasında Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı Turizm Bölümü’nde yöneticilik yapıyor. Hemen hemen aynı dönemde, 1970-1974 yılları arasında, merkezi İsviçre’de bulunan “Federation Of International Youth Travel Organization”da (FYTO) yönetim kurulu üyeliği de cabası. Ve 1975 yılında profesyonel olarak turizm macerası başlıyor.

Armada ekibi, otelin gerek dış gerek iç tasarımını yaparken, gerek İstanbullulara ve dünya gezginlerine neyi nasıl sunacağına karar verirken kendisine hep şu soruyu sormuş: “İstanbul doğru korunsaydı, günümüze ne kalırdı?” Dışındaki ve içindeki her şey bu sorunun yanıtlarına göre biçimlenen Armada Otel, İstanbul’da İstanbul’u arayanlara güzel duygular yaşatmaya devam ediyor.

Kasım Zoto, İstanbul’un cennet köşelerinden birini büyük bir özveri ve tutkuyla şehre kazandırıyor; kentliye armağan ediyor.

 

Kazara oldu

“Bir kere kazayla başladı, bir çok şey gibi,” diyerek başlıyor anlatmaya.

“Gençlik yıllarımda lisedeyken sıra arkadaşımın Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nın rehber kursuna gitmesiyle başladı. Ben de gittim. Bana biraz ilginç geldi ama çok fazla da teorik geldi. Çünkü çok ciddi bir eğitimden geçiyorduk. Ondan çok zorladılar beni, ellerinden gelen her şeyi yaptılar bitireyim ve amatör rehber belgesi alayım diye. Teorin zayıf ama iyi niyetlisin, dedi o zamanki yöneticiler. Hatta bazı yöneticiler arasında kavga bile oldu başarılı olup olmamam konusunda. Ama başarılı olması gerekli diyen kesim daha ağırlıklı çıktı. Yine bir kaza unsuru daha. O zaman bir yönetici ekip Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’ndan ayrıldı. O mu olur, bu mu olur derken ben çok kısa sürede yönetimin başına geldim. Çok kısa bir süre müdür yardımcılığı ondan sonra bayağı uzun bir süre yöneticilik yaptım. O dönem için çok önemli bir seyahat grubuydu. “

Kasım Zoto’nun bahsettiği Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı gerçekten de turizm tarihinde çok mühim. Kendisi de bunu rakamlarla belirtiyor.

“Herhalde o dönem, yani yetmişlerde yılda bütün Türkiye’ye gelen turist sayısı 1 milyon kişi civarındayken Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nın gezdirdiği turist sayısı, 1 günde 52 otobüs dolusu insandı. 14-15 otobüsle havaalanı transferine giderdik. Şimdiki turizm rakamlarıyla komik çünkü 30 milyon turist gibi bir sayı var şimdilerde. Ama o zamanki rakamlarla ve koşullarla diyebilirim ki Türkiye’nin en büyük seyahat acentelerinden bir tanesiydi Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı. 100 kişinin üzerinde insan çalışırdı ki hepsi daha sonra turizm sektöründe çeşitli görevler almış ve başarılı olmuş insanlardı. O zaman bana turizmde bayağı ilerledin, derlerken ama ben maalesef geriledim derdim. Çünkü benim gerçekten kendimi en başarılı hissettiğim dönemler Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nda yöneticilik yaptığım zamanlardı. Çünkü yaklaşık 100 kişilik bir grubu; yani bundan sonra hiç 100 kişi beyaz yakalıyı yönetmedim. Çok keyifli bir dönemdi. Kar etme amacımız yoktu. Dolayısıyla çok rahattı. Yanlış mı algılanırım korkusu da yoktu. Öyle başladı. Bu belli bir süreye kadar da gitti. Üniversite yıllarım tam ‘68 dönemiydi. O zaman bizim için bu tür sosyal bir iş yapmak yönetim falan mezun olmaktan daha önemliydi. Dolayısıyla üçüncü sınıfta atıldım üniversiteden.

 

Sosyal turizm bizim işimizdi

Teşkilatın üst kademesindeki değişimden sonra onlarla uyuşamayınca buradan ayrılan Kasım Zoto, 1975’te seyahat acentesini kuruyor.

“İç ve dış pazardaki önceki çalışmalarım nedeniyle çok büyük bir avantajım vardı tabii daha başlarken. Yani hem bir tecrübe paketim hem de ciddi bir portföyüm vardı. 1979-1980 yıllarında Fransa ağırlıklı çalışıyorduk. Çünkü sosyal turizm daha bizim işimizdi ve tanınmış olduğumuz noktalardı. Fransa’ya acaba bir irtibat bürosu kuralım mı diye gittik ve büroyu açtık. O sıralarda incentive daha yeni yeni Türkiye’de konuşulmaya başlanmıştı. Biz gençlik turizmden geliyorduk ve standart turizm değil, daha farklı bir turizm yapmak arzusu taşıyorduk. Bu nedenle de incentive turizme ağırlık verdik. Bu nedenle de bunu başlatanlardan biri olarak sayılıyorum.”

Yeni iş, yeni pazar ve yeni heyecanlarla asıl hikayesine doğru yolculuğuna çıkıyor Zoto. Fırsatlar da kapısını çalıyor o arada.

“İstediğiniz kadar planlı olun karşınıza çıkan fırsatlar ister istemez sizi yönlendiriyor. O zaman bir iki proje elimize geldi. Onlar da kazara yine. Özel bir pazarlama yapmadık. Projelerde başarılı olunca piyasada bunlar bu işi yapıyor lafı çıktı. Ondan sonra her proje bizi biraz daha heyecanlandırdı. Çünkü bunun en güzel tarafı her seferinde sıfırdan başlamak.”

 

Armada doğuyor

Güzel olan, iyi giden bu zamanlara ‘kısa bir mola’ krizlerden geliyor. Kuveyt’in işgal edilmesi ve Irak savaşı işleri duraklatıyor haliyle. Direniyor Zoto ve ekibi. Ama bir yandan da dünya onu çağırıyor. O da gidiyor.

“Bir sene dünyada pek çok yeri dolaştım. Batı’da da çok tanıdığım olduğundan sürekli davetler alıyordum zaten. İşimiz gücümüz de yokken hazır, kabul ettim. Ama tatil yapmak değildi amacım. Dünyada ne olup bittiğini görmek istiyordum. Adeta eğitim yılı gibi geçti. Ama baktık ki hala bir kımıldama yok turizmde. O zaman at değiştirmenin zamanı gelmişti. Yurtdışında bir Türk lokantası veya Türkiye’de bir lokanta düşünüyordum. Dönem 1988-1989. Armada projesi ortaya çıktı. Devlet bize yer gösterdi. O zaman genellikle turizm, güney bölgesinde ağırlıklıydı. Üstelik Sultanahmet uzun seneler boyunca böyle iyi bir imajı olmayan bir yerdi. Benim şöyle bir şansım oldu. Paris’e ilk gittiğim senelerde herkes şehirden kaçıyordu. Yani ilk Paris’le tanıştığım yıllar olan 1973-1974’te vardı bu akım. Herkes şehrin 30-40 km dışında küçük bir bahçem olsun niyetiyle evlere yerleştiler ve ondan sonra baktılar ki seksenlere oralarda kendi şehirlerini kurdular.”

Paris’te bir ofiste tutuyor sıralarda, Mare’de. Ve Mare’nin gelişmesini seyrediyor. Bunun mutlaka İstanbul’da gerçekleşeceğini düşünüyor. Bu düşüncesi Armada projesiyle vücut buluyor.

“Armada’nın yeri arsaydı. Ve işgal edilmişti, otoparkçılar ve mafyalar tarafından. Dolayısıyla vakıflara ait araziydi. Devlet kurtarmak istiyordu bu bölgeyi. Para gerekiyordu. Gelen bankalar, sokak arasında otel olmaz, Roman mahallesinde otel olmaz diyorlardı. Bir de inşaatınızı kurarsınız ve 15 gün sonra akşam döktüğünüz malı sabah bulamazsınız gibi uyarılar da vardı. Biz tüm riskleri almaya karar verdik ve yapmaya başladık. Uzun süre kamuyla uğraştık. 5 senelik bir mücadele dönemi geçti. Burası Roman mahallesi sakın ilişki kurmayın, dediler ve izole etmemizi de önerdiler. Biz buna da karşı çıktık. Beraber yaşayacaksak izolasyonun anlamı yok. Kolay mı oldu? Hayır. Zor oldu ama sürdürülebilir bir hale dönüştü. Şu anda mesela otel çalışanlarının yüzde 30’u mahalle sakinidir.”

 

Çelik Gülersoy ve tango

Kasım Zoto, Armada’yı kurarken önceliğinin kentlinin oteli beğenmesi ve benimsemesi olduğunu belirtiyor ve ekliyor:

“Bu işi sürdürülebilir kılmak istiyorsak buranın bir turistik otel değil, İstanbul oteli olması gerekiyordu. Tabii ki turistik de olsun ama hedef bu değil. Hedef, İstanbulluların da kullandığı bir İstanbul oteli yapmaktı.  Çünkü bizi bu işe de özendiren Çelik Gülersoy’du yaptığı işlerle. Çelik Bey gerçekten öncülerindendir. Yalnız şunu fark ettim adam şeyi o kadar muhteşem yapıyordu ki. İstanbul’u müze gezer gibi gezip ondan sonra gidiyordu, oturmuyordu orada. Onun için dedik ki burada bir lokanta yapacaksak, bir etkinlik yapacaksak bu etkinlik kentliye yönelik olsun. Onlara hitap etsin. Yani kentli de kullansın burayı. Onu cezbedelim. Dolayısıyla ilk aktivitelerimizden birisi tangoydu. Çünkü tangonun sadece bir dans türü değildir, aynı zamanda modernleşmektir. 20 senedir tango yapılıyor burada. Geleneksel oldu.”

İstanbullunun tangoyla tanışmasında ve bu dans kültüre alışmasında Armada’nın yadsınamaz bir rolü var. Bugün, haftanın 7 günü İstanbul’un her tarafında tango yapılıyorsa bu işin öncüsüne çok şey borçlu o adımlar.

 

Ve Hıdırellez Şenlikleri başlasın!

Durmuyor Kasım Zoto. Sürekli düşünüyor, üretiyor. Tango oturmaya başlayınca bu sefer gözünü ve fikir balonlarını arka mahalleye çeviriyor.

“Arka mahallede yaklaşık 80 kişilik müzisyen Roman’ımız var. Ve müzisyen olan öyle çok ki. Onlarla bizim geleneklerimize uygun bir şey yapmak istedik. Ve Hıdırellez’i yapalım dedik. Hıdrellez Şenlikleri zaten yapılıyordu. Ama burada hem mahallemizi tanıtırız ve burada bir coşku yaratırız dedik. Ve ilk böyle Hıdrellez Şenliği yaptık. 300 kişilik davet verdik. 100-120 kişi gelir dedik. 600 kişi geldi. Dedik ki burada bir sihir var. Bu sihirde  bizde değil, Hıdırellez’de. Müthiş bir ilgi vardı. Bu sokak derken iki sokak oldu. Sonra beş sokak oldu. Tehlikeli bir hal almaya başladı. Yani biri kalp krizi geçirse, bir kaza olsa nasıl anında müdahale edeceksiniz? Dedik ki bunu mahalleden dışarı çıkartalım. 2 sene üst üste Ahırkapı Parkı’nda yaptık.”

Sadece şenliklerle değil, müzisyenlerin en büyük hayaliyle de yakından ilgileniyor Kasım Zoto.

“Bu arada da mahalleden de bir ses getirelim dedik. Ahırkapı Büyük Roman Orkestrası kuralım dedik. Ve mahalle gençlerinden 30-32 kişi filan topladık. Niyetimizi anlattık. Roman adını duyunca olmaz, çocuklarımızla okulda dalga geçiyorlar, diyenler oldu. Roman değilim desen de git aynaya suratına bak Roman olduğunu göreceksin, dedim. Dinletemedik. 16 kişisi kaldı. 16 kişiyle kurduk biz orkestrayı. Orkestrayı kurunca basın çok ilgi gösterdi. Gittik Eminönü’ndeki bit pazarına. Şapkalar falan aldık, renkli gömlekler, fularlar. Şimdi Ahırkapı Roman Orkestrası bir marka oldu. Türkiye’deki ve dünyadaki festivallere katılıyorlar.”

 

Sevmediğim hiçbir işi yapmadım

Kasım Zoto, vizyonunu içgüdüleriyle buluşturup yıllar içinde deneyimi arttıkça bulunduğumuz coğrafyaya özel çözümler üreten ve muhakkak hayata geçirmiş bir isim. Yüreğini koymuş bu işe. Hem eylemlerinden hem de sözlerinden apaçık anlaşıldığı gibi.

Bir kere sevmediğim hiçbir işi yapmadım ben. Şunu da iyi bilmelisiniz ki, ekonomisi olmayan her iş ölmeye mahkumdur. Bir iş öncelikle size para kaybettirmemeli. Para kaybettiren her şey ölüme mahkum. Ayrıca yaptığınız işin bulunduğunuz coğrafyayla bir ilişkisi olması lazım. Çok büyük de olmamalı projeniz. Büyük projeler küçük projelerin birleşiminden oluşmuşsa başarılı olur. Ve en önemlisi, sevdiğiniz her şeyi yapacaksınız. İşi, göz ve el kontrolünüzün dışına çıkacak boyuta getirmeyeceksiniz. Sürdürülebilir olsun. Ben Hıdrellez bittiği zaman emin olun kahroldum. “

 

Beyoğlu’nda Armada Pera

Yakın bir tarihte, 2012 yılının ortalarında Kasım Zoto’yu eski bir dostu olan Mehmet Pir arıyor ve Beyoğlu’nda bir binayı restore ettiğini, otel olarak işletilebileceğini söylüyor. Söz konusu bina, 19. Yüzyıl’dan kalma bir yapı; Osmanlı sarayının terzisi Paul Parma’nın evi, diğer adıyla tarihi Parma Apartmanı. Binayı gidip görüyor. Ve Taksim’deki çocukluk anıları canlanıyor.

“O binanın da ayrı bir tadı, farklı bir gustosu var. Beyoğlu’nda otel açmak gibi bir şey hiç yokken aklımda oldu. Beyoğlu’nda bir otel açtık. Kızım başında. 20 odalı, küçük bir otel.”

Böylelikle meşhur Armada Otel’e bir ‘kardeş’ gelmiş oluyor. Ve Kasım Zoto, başlı başına bir kültür mirası olan enfes yapıya kendi tarzı ile dokunarak yine yapacağını yapmış oluyor.

 

Sürdürülebilirlik yok

Kendisi TUROB ‘da (Turistik Otelciler, İşletmeciler ve Yatırımcılar Birliği) koordinatörlük de yapıyor. Yurtiçinde ve yurtdışında bir çok toplantıya katılıyor ve tecrübelerimi aktarmaya çalışıyor.

“Doğru gördüğüme doğru, yanlış gördüğüme yanlış demeye çalışıyorum. Yerel yönetimin toplantılarına katılıyorum. Bazen arkadaşlarla şunu soruyor. Sizi 20 senedir görüyoruz. Bir faydası oluyor mu?. Ama belki kulaklarının arkasında bir şey kalır. Çünkü o kadar hızlı değişiyor ki her şey insanlarla birlikte. Adam tam bir şey yapacakken başka yere gidiyor; ya aşağı iniyor ya yukarı çıkıyor. Yani sürdürülebilirlik insanlarda yok. Her şeye sıfırdan başlıyor. Ama diyorsun kardeşim, çaresi yok ve anlatıyorsun. Bazen TUROB olarak üniversitelere gidiyoruz. Orada insanları sıkmadan hayat tecrübelerimizi anlatıyoruz. Benim başımdan şunlar geçti, siz de illa aynısı uygulayın değil de aklınızda bulunsun, şeklinde konuşmalar bunlar. Bana da faydası oluyor bu toparlamaların. Yeniden, bir daha, bir daha düşünme şansı buluyorum. İnşallah insanlara da faydası oluyordur. Mümkün olduğu kadar çok seyahat etmeye çalışıyorum. Çünkü her seyahatte insan bütün bildiklerini sorguluyor.”

 

Sektör ciddiyete davet ediliyor

Azim ve hırs arasındaki incecik yol ayrımını sorgulatıyor Kazım Zoto. Çalışkanlığı ve kararlılığı, insan sevgisiyle bütünleşmiş. Böylesi bir portreye de Türkiye’de turizmi anlattırmak lazım…

“Hırs, her şeyde olduğu gibi turizmde de var. Ben şunu diyorum elimizdeki çatal bıçak, servis takımı 100 kişiye göre ayarlanmış. Şimdi 1000 kişiye aynı servis takımıyla nasıl satışımızı arttırırız diye düşünüyoruz. Ama elindeki servis takımı 100 kişilik. Nasıl daha çok satarım değil nasıl bu takımı daha iyi kullanırım diye düşüneceksin. Yani daha hızlı bulaşık makinası alıp 5 dakika yerine bir dakikada mı yıkamalı? Yani herkes işin satışında. Herkes tanıtalım, satalım, para kazanalım derdinde. Ama o tavuk ne kadar canlı kalır, onu merak eden yok. İş küçükken gözle idare etmeniz kolaydır. Oğlum şu masaya bak, dersiniz. Ama birden burada 1000 kuver olduğu zaman organizasyon olması lazım. Hata kabul etmez o. Bir sanayi olması lazım. Turizm de bir sanayi oldu artık. Mesela duvarın sağlam olmayıp iki İngiliz’in düşüp ölmesi dünyanın her yerinde olur. Ama kırık olduğu ve denetlenmediği için düşüp öldüğünde bu İngiliz pazarında %15- 20 azaltır. Tüm Türkiye için konuşmak zor ama İstanbul’un şu anda uluslararası turizm pazarında aldığı pay 11 milyar dolara yaklaşmış durumda. %10 azalma İstanbul’u darmadağın eder. Eskiden bizim zamanımızda, bundan 40 sene önce çok kolaydı. Deprem oldu, ihtilal oldu, o oldu, bu oldu tavlayı çıkarırdık aşağıdan haydi bakalım dedik ve tekrar açılana kadar tavla oynardık. Şimdi böyle bir şansın yok. Burada kötü geçen bir ayı kapatmak zor bir kere. Biz yaklaşık 100 personelle çalışıyoruz. İşine son versen de öyle bir nakit olması lazım. Şimdi kimsenin gideceği memleketi de yok. Dolayısıyla artık sektörün çok ciddi çalışması lazım. Yöntem değişti, her şey değişti. Her şeyi satalım, pazarlayalım, tanıtalım. Aman gelsin de durduğu zaman çok kötü duracak. İnsanlar bunun farkında değil. Korkuyor musunuz derseniz, korkuyorum.”

 

Cambazlık yapıyoruz

Deneyim ve öngörü bu kadar zengin olunca gerçekçi yanının hayli baskın olduğu görülüyor ünlü turizmcinin. Sektörün geleceği adına kaygılarını açık yüreklilikle ifade ediyor.

“Turizm öyle bir olay ki zevkle yapılan bir şey. Yani buğday pahalı da olsa ucuz da olsa ekmeğini yapacaksın. Ekmek 3 liraya çıktı diye almazlık etmezsin, alırsın. Ama turizm öyle değil. Her an değişiyor. Bugün siyasi ilişkilerde bir şey olsa hemen yansıyor. Bir lafla birlikte devrilebiliyor sistem. Emekler boşa çıkabiliyor. Yaşadık bunları, yaşıyoruz da. Balığa çıksın diyor. Balığa mı çıkacağım? Balığa çıkarken de söyleyecek sigortalar Türkiye’de geçerli olmasını. Bak bakalım o zaman. Birden senin pazar payını %50 düşürür mü düşürmez mi? Yani hassas dengeler, çok hassas bizim işimizde. Cambazlık olmaya başladı. Eskiden cambazlık değildi. Şimdi bir sürü otel yapılıyor. Gereksiz mi, kesinlikle gerekli. Ama bir dakika, bir hesap yap kitap yap. Şimdi adam arabasına atlayıp Viyana’dan geliyor. Buraya uçakla gelecek bu adam. Eğer senin hava alanında kapasiten yoksa uçak inmesi için yeni hava alanı yapıyoruz. Berlin’de hava alanı açacaklardı 2012’de. 2014 oldu, hala açamadılar. Hava alanı açmak öyle otobüs terminali açmak gibi değil ki. Açtın ve uluslararası denetimden geçmedi diyelim. Oteli yaptın, tamam. Eleman var mı yok mu, onu da sormuyorsun.”

 

Nişantaşı’nda buradaki zarafet yok

“Mimarlarla savaş verdik. Otelin arka kısmını iyileştirmek istediler. Yani Roman mahallesinin tamamını yıkıp otopark yapacaklardı. Ben mümkün olamayacağını söyledim. Onlar da bunun işime gelmediğini söylediler. Benim niye işime gelmesin sen otopark yaparsan? Ama olabilecek bir olay değil. Niye? Çünkü bu adamlar burada buranın bir parçası artık. 1945’te gelmiş bunlar Trakya’dan, Yunanistan’dan, Selanik civarından. Tam burada bölgeyle ilk tanışmamı anlatmazsam olmaz. Bir taksiye bindim. Adama dedim ki, sola Ahırkapı’nın içine gir. Şoför dedi ki, abi kusura bakma ben bu bölgenin çocuğuyum, arabamı Ahırkapı’ya sokmam. Nedenini sordum. Senin de burada bir akraban arkadaşın yoksa sen de girme, dedi. Ben de yürüyerek girdim içeri. Kapkaranlık bir yer. İnsana hiç güven vermeyen bir yer. Yürüdüm. Hala burada Hüsnü diye bir bakkal var. Hava da sıcaktı. Girdim bakkala ve bir kola rica ettim. Adam kolayı açtı verdi. Onunla birlikte peçete kağıdı verdi. Nişantaşı’nda bile bu zarafet yoktur. Dedim ki, burada bir gizli kültür var. İşte ne kadar yanlış algılar var. Biz buraya şantiye açtık ve hiçbir şey olmadı. Bir çivimiz bile kaybolmadı burada şantiye süresince. Bu insanlara güven vermek lazım. Çünkü her gelen bir şey kopartmış bu adamlardan.”

 

Başka bir hayatım olabilirdi ama…

“Benim hep hayalim uluslararası çapta gönüllü hizmette bulunmaktı. Yani Afrika’da gibi farklı noktalarda çalışmak. Unesco bünyesinde Coordinating Commitee for International Voluntary Service diye bir bölüm vardı. Uluslararası Çalışma Kampları yani. Onun genel sekreteri olacaktım. Sene 1973. Varna’da seçim oldu ve ben 3 oyla falan kaybettim. Bulgar bir arkadaşımız seçildi. Seçilmiş olsaydım bambaşka bir hayatım olurdu. Şu anda Nijerya’da ebula uğraşıyor olacaktım muhtemelen.”

 

Armada Gezi Teknesi’nin öyküsü…

2011 yılında Kasım Zoto küçük bir tekne ile denizleri dolaşmaya başlıyor. Bu arada diğer tekneleri inceliyor. Pek memnun kalmıyor gördüklerinden. Zira denizlerimizin güzelliğini, hakkettiği huzuru bulmadığını ve hal böyle olunca da sunmadığını görünce de üzülüyor. Bir karar alıyor. “İstanbul’u denizlerinde de İstanbul yapan” değerleri sahiplenmek, onları koruyup yaşatmak için bir de “Armada Gezi Teknesi” yapmaya dair…

Kollar tekrar sıvanıyor ve tasarımından, malzemelerinden, içinde kullanılan her bir dekor ögesine, kabına kacağına, çatal bıçağına, buz kovasına kadar İstanbul’un güzel denizlerini gezecek, gezerken içinde keyifle yenilip içilecek “doğru” bir teknenin nasıl olacağı inceden inceye düşünülüyor. Sonunda Tuzla’da, SBO Yatçılık Tersanesi’nde üretime geçiliyor.

İstanbul’un kimliğine ve denizlerine yaraşır olabilmesi için herkesin kullanımına sunulan ve 2 yaşını dolduran “Armada Gezi Teknesi”nin hikayesi böyle biliniyor.